bugün

sevdiği entry'ler

padam padam

edith piaf'in bir klasik parcasi:

Cet air qui m'obsède jour et nuit
Cet air nest pas né daujourd`hui
Il vient d`aussi loin que je viens
Traîné par cent mille musiciens
Un jour cet air me rendra folle
Cent fois j'ai voulu dire pourquoi
Mais il m'a coupé la parole
Il parel toujours avant moi
Et sa voix couvre ma voix
Padam...padam...padam...
Il arrive en courant derrière moi
Padam...padam...padam...
Il me fait le coup du souviens-toi
Padam...padam...padam...
C`est un air qui me montre du doigt
Et je traîne après moi comme un drôle d`erreur
Cet air qui sait tout par coeur
Il dit: "Rappelle-toi tes amours
Rappelle-toi puisque c'est ton tour
'y a pas d'raison pour qu'tu n`pleures pas
Avec tes souvenirs sur les bras..."
Et moi je revois ceux qui restent
Mes vingt ans font battre tambour
Je vois s`entrebattre des gestes
Toute la comédie des amours
Sur cet air qui va toujours
Padam...padam...padam...
Des "je t`aime" de quatorze-juillet
Padam...padam...padam...
Des "toujours" qu`on achète au rabais
Padam...padam...padam...
Des "veux-tu" en voilà par paquets
Et tout ça pour tomber juste au coin d`la rue
Sur l'air qui m`a reconnue
Écoutez le chahut qu`il me fait
Comme si tout mon passé défilait
Faut garder du chagrin pour après
J`en ai tout un solfège sur cet air qui bat...
Qui bat comme un coeur de bois...

serenad

livaneli nin kalemini konuşturduğu bir kitap daha. serenad hem iyi bir kurgu hemde kurgu içerisine saklanmış çok fazla bilgiyi içinde barındıran bir kitap. 3 kadın, bir gemi, bir profesör ve tarifsiz onca acı. kitaptan altını çizdiğim kısımlar ise şöyle ;

- " vıcık vıcık yüzeysellik yayan şu "kişisel gelişim" kitaplarının bağırıp durduğu "istersen yaparsın !" sözü tam bir kandırmacaydı. insan ancak yapabileceğini isterdi. " istemek " kavramı " dilemek " ten ve " hayallere dalmak " tan farklı bir şeydi. bedelini göze almakla, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi. "

- " uyumadan önce bir film bulmak için sinema kanallarını tarayacaktım, karşıma genellikle son yıllarda moda olan festival filmlerinden biri çıkacaktı, bir adam eve gelip " merhaba " diyecekti, kadın dört dakika sonra " hoşgeldin " diye cevap verecekti, böylece bir kez daha , kalabalıktan nefes alınmayan bu ülkedeki yalnızlık ve iletişimsizlik mesajlarını almış olacaktım. "

- " be şekilde yürüyebilmeleri için ne kadar çalışmış olmaları gerektiğini düşündüm. dünyanın en kalabalık üçüncü ordusunun müthiş disiplini böyle yapıyordu insanları işte. sadece profesyonel askerlere değil, vatani görevi için silah altına alınanlara da , düşünmekten daha önemlisinin itaat etmek olduğu öğretiliyordu. adımları kadar sözleri, selamlaşmaları, düşünceleri debirbiriyle aynı olan insanlar yetiştirmekti amaç. bu durumda, insanların özellikleri birbiriyle aynı olacağı için, herkese ancak omuzlarındaki ve kollarındaki işaretler kadar değer veriliyordu. bu makineye bir taraftan insan giriyor, öteki taraftan asker çıkıyordu. "

- " acaba yoksullar zenginlerden daha mı çok hastalanıyorlardı, yoksa nüfusları daha çok olduğu için mi hastaneleri dolduruyorlardı ? "

- " mine gibi bir yüzü, hakiki sarı saçları vardı. bütün rumelililer gibi vücuduna göre başı biraz küçüktü. bu da avrupalılar gibi boyunu daha uzun gözteriyordu. wagner' in de oranları böyleydi. anadoluda ise insanların çoğunun başı büyüktür. bu yüzden olduklarından kısa görünürler. "

- " osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir toplumdan hepsi birbirine benzeyen türk ulusu yaratma çabası, böyle zorlamaları da beraberinde getiriyordu işte. devlet bu yüzden türk kimliği üzerinde bu kadar hassastı. çünkü yine ağabeyimin deyimiyle, biz diğer mevcut uluslar gibi kendimize bir devlet yaratmamıştık. yani tam olarak bir ulus- devlet değildi kurulan, devlet kendine bir ulus yaratmıştı. yeni kurulan cumhuriyetimiz için daha çok, devlet- ulus denebilirdi. bu yüzden de, devleti eleştirmek ulusa darbe vurmak anlamına geliyor ve bağışlanmıyordu. "

- " türk erkekleri önce annlerinden babalarından dayak yiyerek yetişiyor, çocuk yaşta cinsel organlarının ucunun usturayla kesilmesiyle cinsel bir tramvaya uğruyor, sonra okulda, askerde, maçta dayak yiyip duruyorlardı. bu da özgüven diye bir şey bırakmıyordu onlarda. çoğu, saldırganlığı, kendinden güçsüz olanı ezmeyi seçiyordu. ahmet ise saldırgan olamayacak kadar korkaktı. "

- " okulda ibni haldun' un bir sözünü öğretmişlerdi, yıllarca unutamamıştım. " coğrafya kaderdir. " işte bu üç kadının kaderi de doğdukları coğrafya ve zamana göre çizilmişti.

- " bir ara türkiye de niye bu kadar ereğli var diye sormuştum kendime. konya ereğli' si, marmara ereğli' si, karadeniz eeğli' si ! sonra araya araya bunların eski " iraklion " lar olduğunu anladım. aynen bolu gibi. bolu, inebolu, tirebolu, safranbolu kasabalrı, aslında " poli " yani rumca " şehir " kelimesinden geliyordu.

- " yaşlılıkta, çoğu durumda, beden ve zihin aynı zamanda çökmüyordu. genellikle bunlardan biri daha genç kalıyordu. hangisinin önce çökmesi daha iyidir gibi gibi trajik bir sorunun cevabını bugün tam olarak öğrenmiştim: önce zihin çökerse insan daha mutlu ölürdü.

- mardinli ilyas- ı habır adlı ömründe hiç güngörmemiş bir vatandaştır, çalışmak için gittiği roma da bir mezarlıkta ki yaşlar dikkatini çekince bekçiyle arasında böyle bir dialog yaşanmış:

" burası özel bir mezarlıktır. " demiş bekçi. " buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarını değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52' yi geçen çıkmadı daha. "
bekçiye teşekkür edip ayrılmışlar. ilyas-ı habır bir süre sonra mardin' e dönmüş. uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. ölüm döşeğinde oğullarını başına toplamış ve demiş ki :

" size bir vasiyetim var. mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız. : " ilyas-ı habır bitti. anasından doğru kabre gitti. "

- " her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor. "

- " adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. gücü olmayan adalet acizdir ; adaleti olmayan güç ise zalim. gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.

adalet tartışmaya açıktır. güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. bu nedenle gücü adalete vermedik, çünkügüç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık. "